HukukiNET hukuk sitesi çoğu alanı kamuya açık ve okunabilir özelliktedir. Bu nedenle mevzuat (Kanun, Yönetmelik, Tüzük,Yargıtay kararları, Anayasa Mahkemesi kararları, Danıştay içtihatları vb örnek davalar ve mahmeke kararları) ile hukuk forum bölümün büyük kısmı ücretsiz ve herkes tarafından okunabilir olarak tasarlanmıştır. 19892019 Yılları Arasında Millî Folklor Dergisinde Yayımlanan Destan ve Dede Korkut ile İlgili Çalışmaların Kronolojik Bibliyografyası (PDF) 1989-2019 Yılları Arasında Millî Folklor Dergisinde Yayımlanan Destan ve Dede Korkut ile İlgili Çalışmaların Kronolojik Bibliyografyası | Semih Binici - Academia.edu Rahmet sana Koca Seyit rahmet isimsiz kahramanlar Görevi biz devir aldık rahat uyuyun vatan için yatanlar. Bir destan yazdınız siz Çanakkale geçilmez Öyle bir destanki bu tarihtende silinmez Sen yedi düvele bedelsin ey Türk oğlu Türk Çünkü senin atandır Mustafa Kemal ATATÜRK. Mehmet Büyükdere —-CAN ÇAnAKKALE Bukadar okudum, bu kadar öykü ya da destan duydum, aşkın yolu asla düz gitmiyor. William Shakespeare. Filozof Sözleri. 03 Mart 2016 Perşembe 18:04. Bu kadar, Okumak, Öykü, Destan, Duymak, Aşkın, Yolu, Asla, Düz, Gitmiyor. Biz deli rüzgârların deli dalgaların adamıyız. Sevdik mi destan; kızdım mı katliam oluruz. Makamı: Rast. Usul: Türkü Yürük Semai. Söz: Mehmet Türkel. Müzik: Tağı Oşenyüzen. Hoş Gelişler Ola Mustafa Kemal Paşa. Askerin Milletin Bayrağınla hür Yaşa. Arş Arş Arş İleri İleri Arş İleri Marş İleri. Dönmez Geri, Türkün Askeri. Sağdan Sola, Soldan Sağa. Vay Tiền Nhanh Chỉ Cần Cmnd. Araştırmacı-yazar Dr. Rüstem SULTEEV- Londra Editör İrfan Tiryaki Devlet kurmuş ve yazıya sahip olan milletlerin destanları ile ilgili olarak H. Koroglı şöyle yazmıştır “Yazıya sahip eski milletlerin Farslar, Hintliler vb. çoğunda destan yazıya geçirildikten sonra sözlü olarak mevcudiyetini yitirmiş, çünkü destan okuyucuyu –Kıssahan- değiştirmiş ve o, köy veya şehrin uzun gecelerinde aynı destanı halka kendinin “kanunlaştırdığı” şekilde okumuştur. Sehir ve köy kültürü yüksek yerleşik hayatlı İran, Hint, Yunan halkları, tarihî inkişafın belli bir döneminde, yazılı destanı sözlü olarak icra edilen destandan daha kolay bulup, tamamen yazılı destana geçmişlerdir.” Koroglı 1976114. Türk milleti de zengin destan külliyatıyla en eski ve köklü milletlerin önde gelenlerindendir. Fakat bu destanların çoğu zamanında tespit edilip yazılı hale getirilememiş, Yunanlıların İlyada ve Odysseia, İranlıların Şehnâme, Finlerin Kalevala’sı gibi bütüncül örnekler erken dönemlerde ortaya konulamamıştır. Oğuz Kağan Destanı’nda olduğu gibi, bazı örnekler ya eksik ya da yazıcı tarafından değiştirilerek metinleştirildiğinden bazı problemlerin çözümü güçleşmektedir. Geç dönemlerde tespit edilen destanların metin kataloglarına ulaşmak da kolay olmamıştır. Oysa çok eskilere gitmeden, daha 1835’te Finlandiya’da Elias Lönnrot’un folklor büyülerini ve eski İskandinavya şiirlerini runes toplayıp ortaya çıkardığı Kalevala, Fin ulusunun da edebiyat alanında övünç kaynağıdır. Nitekim yukarıda adı geçen destanlar kadar büyük çapta olmasa dahi, İdil Tatarlarında Homeros, Firdevsî ve Elias Lönnrot gibi belli destanları bir bütün haline getirme örnekleri olduğu da söylenebilir. İleride sözünü edeceğimiz Edigey Destanı, bir nevi “millî destan” oluşturma çabasının ürünüdür. Şiirlerin sağlıklı muhafaza edilmemesi, anlatının konu ve şekil olarak değişikliklere uğraması, Tatar halkının millî ölçüde tarihî geçmişindeki olaylarla bağlantılı olduğu kadar, Tatar folklorundaki destan türünün özgün gelişimi ve yine aynı şekilde bu türün değişmesi ile ilgilidir. [3] En hacimli kahramanlık destanı olarak görülen Edigey Destanı’nın tüm Tatar versiyonlarına gelince, destandaki tiplerin kahramanlık özellikleri taşımadığı, daha doğrusu Türk destan geleneği içindeki kahraman tipine uygunluk göstermediği açıkça görülecektir. Kahramanlık destanlarının halkın repertuarındaki mevcudiyetini yitirmesi, buna paralel olarak çiçenlik geleneğinin de kaybolması, destanın belkemiği olan konusunun bozulması, sadece Edigey Destanı’nı değil, örnek olarak, Kazak, Türkmen, Kırgız Türk boylarının uygun tarihî gelişim şartlarında güçlü kahraman tiplerine dönüşen “Koblandı” ve “Kambar”, “Köroğlu” ve “Kuzu Körpeş”in kahramanlıklarının azalmasına ve romantik bir şekilde anlatılmasına sebep olmuştur. Üzerinde göstermiş olduğu bazı değişikliklerden dolayı, XV-XVI. yüzyıllarda İdil Tatar folklorundaki lirizm, yani romantizm, destanın yerine geçmeye başlamıştır. Bu zamanlardan itibaren, kahramanlık destanlarının yerini, lirik eserlerin kendine özgü bir türü olan “Beyitler” [4] almış ve masalsı destanlar hızla gelişmeye başlamıştır. Fakat bu, İdil Tatarlarında destan geleneğinin tamamen yok olması ve bir eksiklik gibi olarak algılanmamalıdır. Tam tersine, İdil Tatarlarındaki bu durum, Türk destan literatürünü yeni bir döneme taşır. Bu dönem, yazılı destanlar dönemi olarak görülebilir. Yazılı destanlar, folklora özgü olan özelliklerden çeşitliliği tam olarak, kolektif yaratıcılığı kısmî olarak muhafaza ederek, sözlü yaratıcılık ve icra bakımından farklılıklar gösteren özellikleriyle destan edebiyatının zenginleşmesine sebep olmuştur. İdil Tatar folklorunda ortaya çıkmış bu yeni destanları üç kısma ayırmak mümkündür Başlangıç şekli itibariyle yazılı olup, günümüze yazılı olarak ulaşmış ve okunmuş destanlar. Bunlar muhtemelen sözlü gelenekte teşekkül etmiş olmakla birlikte, elimize ilk olarak ancak yazılı örneğinin ulaştığı destanlardır. Meselâ “Büz Yiğit”, “Tülek”, “Şahsenem ile Garib”, “Hurluga ile Hemra”, “Maktım-Sılu”, “Kür Uğlı Soltan”, “Kıssa-i Avık”, “Kıssa-i Sekam”, “Gayse ulı Amet”, “Kisikbaş Kıyssası”, “Kaharman Katil”, “Çura Batır Kıssası” bu çeşit destanlardandır. Halk tarafından çok sevilen ve hem yazılı hem sözlü olarak yaygın olan destanlar “Kıssa-i Yusuf”, “Tahir ile Zühre”, “Leyla ile Mecnun”, “Seyfülmülük”. Genelde bu tür destanların, Kul Ali’nin “Kıssa-i Yusuf”u, Nizamî ve Meclisî’nin eserleri gibi ferdî icada dönüşmüş versiyonları da bilinmektedir. Halk tarafından da aynı konuyu işleyen çok sayıda versiyon mevcut olup, onlar hem yazılı hem sözlü olarak popülerlik kazanmıştır. Popüler konulu bu eserler eski rivayetlerden hacimli eserlere dönüşmüş, yüzyıllar süresince folklordan edebiyata ve edebiyattan folklora geçerek yaşamlarını devam ettiregelmiş eserlerdir. Evvela sözlü folklor ürünü olup, sonradan belli bir şahıs tarafından yazıya geçirilmiş destanlar. Tatar folklorunda bunun açık örneği Edigey Destanı’dır. Zira Edigey Destanı, başlangıç itibariyle sözlü anlatım olan destan kalıntılarından oluşturulması ile ayrıcalıklıdır. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, Volga Tatarları destanları genelde yazılı olmalarıyla farklılık göstermektedirler. İdil Tatarlarına destanların Kırgız, Kazak, Başkurt Türk boylarındaki gibi âşık tarafından icra edilen sözlü şekilden ziyade yazılı olanları daha makbul olmuş ve malum epik konular Tatar epik ortamında yazıyla sabitlenerek, değişik bir şekilde mevcudiyet bulmuşlardır. Bir başka deyimle, artık İdil Tatarlarında çiçenlerin yerini, çoğu kalemle de yazan halk şairleri almıştır. Bunu daha çok okumuş insanlar yapmış ve onlar destanı yazılı olarak halka dağıtma rolünü de üstlenmişlerdir. Bu, İdil Tatar yazılı destanlarının en önemli özelliklerindendir. Bunlara ilave olarak, Tatar folklorunda Anadolu kıssahanları gibi kitaptan okuyanların da bulunduğunu söylemek gerekir. İdil Tatarlarında eskiden beri şiir kitaplarını makamla okuma geleneği vardır. Onları günlerde, birbirlerine yardım etmek için toplandıkları akşamlarda güzel sesli, iyi diksiyonlu şakirdler, kızlar veya yaşlı kadınlar okumuşlardır. Bu tür okuyucular özel bir adla anılmazlar. İdil Tatarlarındaki destan varyantını okuma tarzı âşığın destan icrasından kökten farklı olup, destanları melodi ile okuma tarzı yazısız kültürün yansıması olmasından ziyade, daha çok İslam kültürü ile girmiş olan gelenekle benzerlik göstermektedir. Kur’an’ı makamla okuma geleneği ile birlikte, destanların kutsiyeti haiz olduğu inancına bağlı olarak, yazıya dayalı hacimli epik eserlerin de makamla okunmasına veya ezberde olanların melodi ile söylenmesinin ağırlık kazanmasına sebep olmuştur. Walter J. Ong’un bu konuyla ilgili tespitlerine göre, “Çoğu dinlerde tören ve ibadet için konuşulan söz, gündelik hayatla bütünlük gösteren işlevlere sahiptir. Neticede, büyük dünya dinlerinde kutsiyet haiz metinler inkişaf etmiş ve onların içinde yazılı sözlere de kutsiyet haiz olunmuştur” Ong 198274-75. İdil Tatarlarında epik eserlerin icra kısmı önemini azaltmış ve destanın metin içeriği ön plana çıkmıştır. Bu yüzden, çeşitli kitaplardan okuduklarını, halktan duyduklarını kendilerine göre mısralara ve kâğıda döken çiçen-şairlerin isimleri unutulmuştur. “Tahir ile Zühre”nin yazarı Kormaşî, “Büz Uğlan”ı yazan Bahavî, “Şahsenem ve Garib”i yazan Mevlikey Yumaçikov gibilerin de adları halkın hatırında bir şahıs olarak kalmamıştır. Hatta Tatarlarda en popüler olan “Kıssa-i Yusuf”un yazarı Kul Ali, “Leyla ile Mecnun”u, “Ferhad ile Şirin”i yazan Nizamî, Nevaî’ler de aynı durumdadır. Bu, kanaatimizce çiçenlerin, halkın sözlü gelenekte aktarageldiği eserleri yazıya geçirmiş olmalarından ve yazılı hale gelen eserlerinin yazıya geçirenden ziyade muhteva yönünden kendilerini aşarak, bütün topluma mal olması, yani anonim hale gelmesi ile yakından alâkalıdır. Muhtemelen Dede Korkut Kitabı’nın yazıya geçiren meçhul müellif de bu durumu fark etmiş olduğundan adını zikretmemiştir. Araştırıcı Flora Ehmetova-Urmançı, adları tam olarak belli olan “yeni” çiçenlerden Sibirya’dan Sıddık Zeynetdinov, Tataristan’in Arça ilne bağlı Menger köyunden Sabircan Akın, Layış ilinden Bayçıgavi, Keşşafetdin Minzelevî, Veliullah Tohfetullin, Huseyin Nogay, Lütfullah Abdullah oğlu, Ali Mahmudov’un yanı sıra pek çok “yeni” çiçenin bulunduğunu ifade eder. Belirtmek gerekir ki, adı geçen bu şahısların türkü, masal, vecizeler açısından çok zengin olan repertuvarında destanlar yer almamıştır. Flora Ehmetova-Urmançı ayrıca, Sibirya’nın Baraba bölgesinin sakini Allahyar Muhammetşin, Tataristan’ın Leninogorsk ilinden Mincamal Gulova’nın repertuvarında birkaç destan olduğunu, Sibirya’da destanları makamıyla birkaç gece boyu okuyabilen Yamaşke Koca, Ramazan İlyasov gibi çiçenlerin bulunduğunu belirtir Ehmetova 198411. Fakat İdil Tatarlarındaki sözlü karakterdeki destanları âşık-ozan geleneği ürünü olan sözlü destanla bir tutmak pek doğru değildir. Birincisi, genelde bu varyantların “ikizleri”, yazılı paralelleri de mevcuttur. Şu da bir gerçektir ki, yazılı paralelleri daha hacimli ve daha kâmildir. İkincisi, sözel karakterdeki bu tür varyantlar bile gerçekten âşık geleneği ürünü olmaktan uzak olup, daha çok şu ya da bu destanın bir kısmını melodi ile söyleyip, içeriğini anlatmaktan ibarettir. Üçüncüsü, sözlü varyantları mevcut olan bu eserler “Kıssa-i Yusuf”, “Tahir ile Zühre” gibi sadece İdil Tatarlarına nispet edilen bazı destanlara has bir özellik olup, bu destanlar coğrafya olarak da, popülerlik bakımından da hayli sınırlıdır. Yukarıda bahsini ettiğimiz gibi, kahramanlık destanları unutulmaya, epik eserler epiko-romanesque ve romana geçmeye yüz tutmuştur. “Yir Tüştük” Yirtöşlik, “Bürihan” ve diğer Tatar destan kahramanlarından, ayrıca şimdi masal ve şarkı olarak yaşamaya devam eden epik kahramanlardan farklı olarak, Edigey’in adı bile unutulmuştur. Buna en tipik örnek ise Kazan Tatarlarının konuşma dilinde hâlâ güçlü, iri yapıya sahip insana Alpamşa/Alpamış benzetmesi yapılmasına rağmen, Edigey ile ilgili herhangi bir izin bulunmamasıdır. Hatta “Seyfilmülük” ve “Büz Yiğit” gibi zamanında çok yaygın olan bazı masalsı roman ve şiirsel kıssalar da şimdi anlatılmayıp İdil Tatarlarında epik ve lirik karakterli şarkı, “Beyit” Urmançiev 19743 veya tarihî vakayinamelere dönüşmüştür. Bütün bunlara rağmen, Tatar folklorunda destanların en eski türü olan kahramanlık destanlarının örneklerini teşkil eden epik eserler de muhafaza edilmiştir. Kahramanlık destanlarında kahraman etrafında gelişen olaylar temel konu olup, kahraman Türk folkloruna özgü bir şekilde anlatılıp methedilmektedir. Bazı destanlarda kahramanlık fikri dinî-mistik karaktere bürünmüştür.“Tülek”, “Gayse Ulı Amet”, “Kıssa-i Sekam”, ”Çıngız”, “Aksak Timir”, “Kisikbaş”, “Kaharman Katil”, “Kür Uğlı Soltan”, “Narık ve Çura’nın Hikeyeti” bu tür destanlara dâhil edilmektedir. 1919 senesinde N. Hekim, 1940 senesinde N. İsenbet tarafından destanın daha önceki nüshalarından yola çıkılarak metni yeniden yazılmış Edigey Destanı da böyle bir sözlü kahramanlık destanıdır. Tatar Türklerinde Edigey Destanı’nın yirmiden fazla varyantı vardır. Bunların elyazması olarak muhafaza edilen sekiz tanesi, derleyicinin bir nevi kendisinin çiçenlik ürünüdür. Onların hepsinde destanın hatırda kalan parçaları mümkün olduğu kadar belli tarihî olaylara dayalı olarak yazılmıştır. Bazen destanın şiiri yazılıyor, bazen bu şiir, tarihî simaların dilinden söyletiyor veya tam tersi, tarihî olaylar epik şiirlerle onaylanmış gibi oluyor. Meselâ, Gabidullah varyantında Edigey ile Canbay’ın, Kondızbike’nin mezarı yanında görüşmesi, sanki gerçekten olmuş gibi, o mezarın bulunduğu yer bile gösterilmektedir Tataristan Cumhuriyeti’nin G. İbrahimov adını taşıyan Edebiyat ve Tarih Enstitüsü Arşivinin 52 Bölümü, No 80. Yani elyazmalarında destan için yabancı olan üslûbu da, ayrı ayrı sözleri birleştirerek yeni bir anlam veren başka bir söz elde etmeyi de, ona has şekilde uydurmayı da bulmak zor değildir. Lâkin bunları tahrifçilik olarak kabul etmek de yanlış olur, zira bu olay Tatar versiyonlarına has genel bir özelliktir. 1914 yılında Kazan’da ayrı bir kitap olarak yayımlanmış olan M. Gosman’ın eseri de yazarın Edigey hakkındaki bütün bildiklerini mensur şekilde anlatmasından ibarettir. Fatih Seyfi-Ufalı ve Nazım Hanzafarov varyantları da kitaplarından ve başka kaynaklardan malum olan şiir parçalarını, tarihî olayları kendi bildiği şekilde okuyucuya vermeye gayret etmiş yazarların ürünüdür. Edigey Destanı’nın Tatar varyantları arasında açıklamalı metinlerin en hacimlisi, N. İsenbet ve N. Hekim metinleridir. Bunların ikisi de hacimli, tarih ve edebiyat açısından derin bilgiye sahip olup, ayrıca çiçenlik ustalığı da mevcuttur. Buradan N. Hekim metni, 1919 yılında Sibirya’da Sıddık Zeynetdinov’tan derlenmiştir. N. İsenbet varyantı ise, 34 kaynaktan yararlanarak ve yazarın zevkine göre hazırlanmıştır. N. İsenbet, ayrıca bazı şiirleri olduğu gibi almış, bazı mensur kısımları manzum yaparak orijinale ilâve etmiştir. Yazar, bu yaptıklarını bir makalesinde dile getirir İsenbet 194011. Epiko-romanesque tarzdaki yazılı destanlarda Ortaçağlardan gelen romantik geleneğin hâkim olduğu halk destanları halk hikâyeleri yer almıştır. Bunlara örnek olarak “Büz Yiğit”, “Leyla ile Mecnun”, “Tahir ile Zühre”, “Kıssa-i Yusuf”, “Seyfülmülük”, “Şahsenem ile Garib”, “Hurluga ile Hemra”, “Maktım-Sılu” gibi eserleri söyleyebiliriz. Tatar yazılı destanları, edebiyat, yani bireysel üretimle iç içe olan yazılı epik eserlerdir. Eski ve Ortaçağ Türk edebiyatında belli bir konuya eserler yazma çok yaygındır. Tatar destanları dünya halklarının edebiyatı, özellikle de Doğu’da yaygın olan edebî konularla zenginleşmiştir. Tatar Türklerinin yazılı kültürünün daha eskiden gelmesi sebebiyle Tatar destanları, Ahmet Urazayev-Kormaşî’nin yazdığı “Büz Uğlan” ve “Tahir ile Zühre”leri gibi Osmanlı tarihlerinden görülerek, daha anlaşılır olan dilimiz Nogay ve Kazak lügatine aktarılarak, başından sonuna kadar mukayese edilip, kısaltma veya düzeltme yoluyla kurulmuş eserler tertibinde üretilmiştir Urazaev-Kormaşî 1917, Tatar Halık İcatı 1984370. Bir zamanlar halktan derlenmiş olan destanlar, kitap haline getirilerek yeniden halka dönmüş, bugün hayatlarını kitap içinde sürdürmektedirler. Nizami’nin “Leyla ile Mecnun”, Meclisî’nin “Seyfülmülük” gibi meşhur eserleri, malûm konuyu esas almış; fakat folklordan ziyade bireysel üretimin üstünlük kazandığı edebi eserler olarak şekillenmişler. Çoğunluk tarafından sevilerek okunan bu destanların hem folklor hem edebiyatla bağlantılı bir tür olarak tanımlamanın sebebi, aynı konuyu esas alan halk varyantları ile birlikte orijinal eserlerin de üretilmesi olsa gerek Kratkaya Literaturnaya Entsiklopediya 1964530 Vladimir Propp’un belirttiği gibi, “Herhangi bir destan tek on yıla değil, oluştuğu, yaşadığı, mükemmelleştiği süredeki tüm yüzyıllara aittir. Propp 1955 25. Fakat bu bir destanın “mükemmelleşmesi”, ancak yazılı kültür ortamına mensup olan birileri tarafından yeniden yazılması ile mümkün olup, sözlü gelenekten derlenen onca hacimli ve tam destan metni, birileri tarafından yeniden işlenerek kaleme alınmadığı için mükemmelleşmemiş anlamına gelmez. Bunun bariz örneği, ideoloji kurbanı Çuvaş yapma destanlarıdır. Bir dönem Çuvaş yazarları ve şairleri “milli bir Kalevala” yapma arzusu ile zaman zaman epik özellikler taşıyan halk edebiyatı ürünlerinden, zaman zaman da tarihi kaynaklardan yararlanarak, aynı zamanda kendi yaratımlarını da katıp uzun soluklu destanlar yazmışlardır. “Tam anlamıyla Çuvaşların hafızasında yer eden tarihi olayların objektif bir şekilde yansıtılmamış olması ve aynı zamanda her geçen gün Çuvaşçanın kullanımdan kalkıyor olması gibi sebeplerle bu destanlar, Çuvaşlar arasında “Kalevala”nın Finler, “Şehname”nin Farslar arasında gördüğü kabulü görmemiştir. Alp anlatımları gibi, “yapma destan” yaratma konusuna çok güzel kaynaklık edebilecek metinler olmasına rağmen Çuvaş tarihinden ve folklorun gerçek anlamda faydalanmadığını söylemek mümkündür” Bayram 2012 661. Herhangi bir destanın gelişmiş bir seviyeye ulaşması ve o noktada kaydedilebilmesi için ona çoğu zaman yetenekli bir şairin edebi ustalığına ihtiyaç duyulmuş, yani mükemmel bir destan metninin oluşumunda bireysel kabiliyetin ve etkinin rolü de oldukça önemlidir. Fakat pek çok halkın sözlü geleneğine ilişkin destanların yazılı örneklerinde müelliflik sadece sembolik derecede olmuş, eserde sözlü gelenek özellikleri daha hâkim kalmıştır. Yani sözlü gelenekten derlenen metin sadece kaydedilmiştir. Dolayısıyla, onları orijinal eser olarak kabul etmek de, edebî eser kriterleriyle incelemek de pek doğru olmaz. Hâlbuki folklor konusunu edebîleştirme sayesinde yeniden halka dönmüş konular mevcut ve bu dönüşüm Tatar folklor ve edebiyatında XX. yüzyılın başlarına kadar gözlenmektedir. İdil Tatarlarında “Tülek”, “Gayse Ulı Amet”, “Kıssa-i Sekam”, “Kaharman Katil” gibi destanlar mevcudiyetlerini sadece elyazması veya matbu kitap olarak sürdürmüş ise bu eserlerin sözlü anlatımları İdil Tatarlarında hiç olmamış, “Tahir ile Zühre” konulu Tatar yazılı destanının üç çeşit yaşam şekli olduğu söylenebilir. Adı geçen destan hem elyazması, hem sözlü anlatım, hem varyantları kitap haline getirilerek matbu şekilde günümüze ulaşmıştır. “Seyfülmülük” de günümüze benzeri şekilde elyazması, sözlü anlatı ve epik türkü olarak yaygın olan ve sevilen bir destandır. “Büz Yiğit” destanı da Tatar yazılı destanlarına özgü bir tarzda çeşitli şekilde mevcudiyetini sürmüş ve hem elyazısından hem matbu olarak kitaptan okunmuştur. “Kıssa-i Yusuf”a gelince, onun daha çok kitaptan okuma, malum konuyu takip ederek yeni varyantta anlatma gibi tarzları yaygın olmuştur. Böylece, Tatar destanları içinde aynı konuya dayalı eserin elyazması ve matbu olarak muhafaza edilmesiyle birlikte, sözlü anlatı olarak halkın dilinde günümüze ulaşan varyantlarına da rastlanmaktadır. Bu daha çok menşe olarak kitabî konulu olan destanlara has özelliktir. Netice olarak yazılı destanlar, folklorun yaygın bir türü olarak İdil Tatarlarının günlük hayatında önemli yer tutmuş ve onlar Tatarlar için o zamanın arz ve talebi üzerine, ruhî ihtiyaç neticesi olarak ortaya çıkmışlar ve halkın yüzyıllardır süregelen sosyo-kültürel hayatını, dünya görüşünü, inancını ortak motifler vasıtasıyla yansıtmışlardır. Türk dünyasının yeni yüzyıllardaki atılımının kendi köklerine inerek yeniden yapılanması ile mümkün olacağı kanaatiyle, destan çalışmalarının önemli olduğunu düşünmekteyiz ve İdil Tatarlarının yazılı destanları üzerinde yapılacak bütünleyici çalışmalar için onların tahlil edilmesi gerektiğine inanıyoruz. İdil Tatarlarının yazılı destanları, umum Türk destan geleneğinin biraz dışına çıkmış, alışılmamış ve yeni icra özellikleriyle kendine has ve değerli bir epik miras oluşturmuştur. Bu sebeple onlar sadece Tatarlar arasında değil, bütün Türk dünyasına ait olan destan kataloğu ve incelemeleri arasında layık olduğu yere konulmalıdırlar. Dr. Rüstem SULTEEV Not 3. Epik eserlerin epiko-romanesque ve romana geçiş süreci ile ilgili olarak, bkz. Boratav 1988; Boratav 1995; Türkmen 1974; Türkmen 1983. 4. Tatarlarda “beyit” sözünün Türkiye Türkçesinde kullanılmakta olan anlamı XX asrın 30. yıllarına kadar kullanılmış, fakat sonradan ilk mânâsı arka plana geçmiş, evvelâ düzenli bir şiir, sonradansa halkın sözlü ürünlerinin bir türü için kullanılmaya başlamıştır. Günümüzde Tatarların yaşadığı bazı yörelerde, meselâ Sibirya Tatarlarında eski anlamı kullanılagelmekte olmasına rağmen, Tatar edebiyat biliminde “Beyit” trajik bir konuyu ele alarak manzum şekilde anlatan, bir nevi Anadolu’daki “ağıt”lara benzeyen bir türdür. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Urmançiev 19743. Kaynaklar 100 Soruda Halk Edebiyatı. İstanbul Gerçek Yayınları, 1995. Bayram, Bülent. “ Çuvaş Türklerinin Telif Destanlarında Tarih ve İdeoloji”, Prof. Dr. Fikret Türkmen Kitabı. İzmir Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları, 2012 653-662. Boratav, Pertev Naili. Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği. İstanbul Adam Yay., 1988. Burhan-ı Katı. İstanbul, 1870, Edigey. Akt. ve Haz. Rüstem Sulti. Ankara TÜRKSOY Yayınları, 1998. Elçin, Şükrü. “Türk Dilinde Destan Kelimesi ve Mefhumu”. Halk Edebiyatı Araştırmaları, Ankara Kültür Bakanlığı, 1977. Ergun, Metin. Kopuz Sarını Kazak Âşık Tarız Şiir Geleneği Akın Cıravlar. Ankara Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2002. Günay, Umay. Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi. Ankara Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1986. İsenbet, Nekıy. “Tatar Halık Eposı İdigey Dastanının 500 Yıllığı”. Sovet Edebiyatı, Kazan 1940. Jirmunsky, Tyurkskiy Geroiçeskiy Epos. Leningrad Nauka, 1974. Koroglı, Oguzskiy Geroiçeskiy Epos, Moskova Nauka, 1976. Ong, Orality and Literacy. The Technologizing of the Word. London and New York Methuen, 1982. Propp, Vladimir. Russkiy Geroiçeskiy Epos. Leningrad, 1955. Sami, Şemseddin. Kamus-ı Türkî. İstanbul, 1316. Tahir ile Zühre Hikâyesi Üzerinde Bir İnceleme. Ankara Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 1983. Tatar Halık İcatı. Kazan Tataristan Kitap Neşriyatı, 1984. Tatar Poeziyesi Antologiyesi. 1. Kitap, Kazan Tataristan Kitap Neşriyatı, 1992. Tataristan Cumhuriyeti’nin G. İbrahimov adını taşıyan Edebiyat ve Tarih Enstitüsü Arşivinin 52 Bölümü Edigey Destanı ıle ilgili elyazıların muhafaza edildiği bölüm. Türkmen, Fikret. Âşık Garib Hikâyesi Üzerine Mukayeseli Bir Araştırma. Ankara, 1974. Urazaev-Kormaşî, Ahmet. Kıssa-i Tahir ve Zühre. Kazan, 1917. Urmançiev, Fatih. Halık Avazı. Kazan Tataristan Kitap Neşriyatı, 1974. İdil Tatarlarında Destan Geleneği Ve Yazılı Destanlar – 1 – İdil Tatarlarında Destan Kavramı İdil Tatarlarında Destan Geleneği Ve Yazılı Destanlar – 2 – Tatar Anlatı Geleneğinde Destan Anlatıcılar Yıravlar ve Çiçenler İdil Tatarlarında Destan Geleneği Ve Yazılı Destanlar – 3 – İşgalin Tatar Destan Geleneğine Etkisi Destan Atatürk ŞİİRİ Sponsorlu Bağlantılar Kağnıyla çileyi avuçta tutup, Türklük ateşini içine katıp, Allah Allah diye destan yaratıp Yeniden dirilen vatan Atatürk, Tarihe sığmayan destan Atatürk. Bismillâh! Ya Mevlâ’ m! Açılsın çağım Yüksekten fırlayan Türk denen çığım, İyi dinle, işit, hisset çocuğum! Nabzını ruhunda tutan Atatürk, Tarihe sığmayan destan Atatürk. Dağ başından dumanları süpüren, Nice yüzyılları önceden gören; Her an içimizde yaşıyorsun sen! Coşalım İzmir’den, Kars’tan Atatürk, Tarihe sığmayan destan Atatürk. Kuruyan toprağa yağmursun yağan, Güneşsin Samsun’ da ufuktan doğan, Boğan, kör geceyi kabında boğan Yurt diye patlayan volkan Atatürk, Tarihe sığmayan destan Atatürk. Bilimsin, tekniksin, vatan türkümsün Sevgisin, barışsın bitmez ülkümsün. Şöyle bir bakıver, yüzümüz gülsün! Yurdu kucaklayan insan Atatürk, Tarihe sığmayan destan Atatürk. Tutuşan yürekte bayrak alısın, İnsan sevgisiyle öyle dolusun. Dünyanın başında zeytin dalısın, Zerreden kürreye umman Atatürk, Tarihe sığmayan destan Atatürk. Mustafa Ceylan Benzer Şiirler Şiir Etiketleri Yazılan Yorumlar nehir aşar Bence çok güzeldi ben çok beğendim. MERVE ÇİÇEK GÜZELMİŞ OKADAR KİŞİ BEYENMİŞ BİZ BEYENMESEK OLMA TEŞŞEKKÜRLER CNM Sponsorlu Bağlantılar ÇANAKKALE, ŞANLI DESTAN! Türk’ün imanını, yenilmez kılan Vatan aşkı ile, cehde atılan Karşısında yedi düvel yıkılan Şanlı bir destandır, Çanakkale’miz! Düşman, elindeki silaha kandı İstanbul’u çabuk, alırım sandı Mehmetçikte silah, müthiş imandı Şanlı bir destandır, Çanakkale’miz! Süpürge tohumu ve ot yedirten Ölümleri şerbet diye içirten Çanakkale Geçilmez’i dedirten Şanlı bir destandır, Çanakkale’miz! Yozgat diyarından, Hatice ana Kına yakıp salmış, can kuzusuna Yüz binlerce Hasan, kurban Vatana Şanlı bir destandır, Çanakkale’miz! Kahraman milleti, Allah korudu Sevgili Peygamber, duaya durdu! Erlerimiz Allah, Allah diyordu Şanlı bir destandır, Çanakkale’miz! Tek yürek direniş, Ehl-i Salîbe Düşmanlar çalamaz, bize galebe Savaş meydanında, millet talebe Şanlı bir destandır, Çanakkale’miz! Bu bir savaş değil, bulunmaz eşi Kelam tasvir etmez, bu kükreyişi Söner mi hiç Yahya Çavuş güneşi Şanlı bir destandır, Çanakkale’miz! Evladım, dedeni, sakın unutma Düşman oltasını, kanıp da yutma Sen uyuma, sakın, nesli uyutma Şanlı bir destandır, Çanakkale’miz! Vatanın verilmez, hiç bir karışı Dünyada isteği, erlik yarışı Savaş değil emel, dünya barışı Şanlı bir destandır, Çanakkale’miz! Yurdun sinesinde, şehit gölgesi Sapmaz diğerinden, hiçbir bölgesi Şehitler Tepesi, gerçek belgesi Şanlı bir destandır, Çanakkale’miz! Şehitlere saygı, ufkumu açar Kahramanlık serde, değilim naçar Gelecek çağlara, kutlu yol açar Şanlı bir destandır, Çanakkale’miz! Tekerrür etmesin, savaşla tarih Sonucu ortada, açık ve sarih! Er meydanlarında, yazılan tarih Şanlı bir destandır, Çanakkale’miz! Murat Kahraman 18 Mart 1999/Beykoz-İstanbul Yüce Atatürk . O bir kahraman, gözüpek yiğit, Meydanlarda kahraman mücahit, Türk ulusu hayrandır sana, Atatürk gibisi gelmez bir daha. . Mavi gözlerin çakmak çakmak, Sana uymayanlar ahmak, Gelmedi, gelmez senin gibisi bir daha, Baş koyduk gösterdiğin davaya. . O Cumhuriyetin mimarı, ulusun öncüsü, Ondan korktu kaçtı, düşman sürüsü, Ey Atatürk can kattın cana, Minnet borçluyuz sana. . Bir Suret Belirdi . Bir suret belirdi kara kalpaklı, Bir suret belirdi dağın arkasından, O ne yaman atlı! Ordular gelir arkasından! . Bir suret belirdi, eli şakağında düşünceli, Bir suret belirdi ufukla güneş arasından, Geçtiği yollar engebeli, Kovaladı düşmanı arkasından. . Bir suret belirdi, kürsüde uzaktan, Bir suret belirdi, yeni çığır açan, Medeniyete kapı açan, Bir suret belirdi Türk’ü Türk yapan. . Atatürk Destanı . Kurtuluş savaşında destan yazdı Atatürk, Bu nedenle sever onu her Türk, Kimse dil uzatamaz Atamıza, O bizim gördüğümüz en büyük Türk! . Destanı hem kalemle hem de kurşunla yazdı Atatürk, Sağlam attı devletin temelini, hep kalacak büyük, Adını mıh gibi çaktık kafamıza, En büyük Türk Atatürk! . Yazanİbrahim YALAVAÇ İslamiyet’in Kabulünden Önceki Türk Destanları İslamiyet’ten önceki Türk destanlarında çoğunlukla yok edilmek istenen Türklerin diğer milletlerle mücadeleleri anlatılır. Destanlarda bu mücadele daha çok bir kahraman odağında anlatılır. A. ALTAY TÜRKLERİ YARATILIŞ DESTANI Yaratılış Destanları, insanın kendini, doğayı, evreni, anlama çabasının bir ürünü olarak doğmuştur. Bu bakımdan birçok ulusun Kızılderililer, Sümerler… “Yaratılış Destanı” vardır. Altay Türklerinin Yaratılış Destanı da evrenin yaratılışını, iyilik ve kötülüğün kaynaklarını, evrendeki düzeni konu edinen bir destandır. Yaradılış Destanı, 19. yüzyılda Prof. W. Radloff tarafından Altay Türkleri arasında derlenmiştir. Bu destan, yaratılışla ilgili en eski Türk inançlarını, Türkler tarafından kabul edilmiş dinlerin, özellikle de Şamanizm’in izlerini taşır. Yaratılış Destanı’nda Kara Hun veya Kayra Han adı verilen tek Tanrı’nın dünyayı, insanı, şeytanı yaratması ve göğün on yedinci katından onları yönetmesi anlatılmaktadır. B. SAKA İSKİT DESTANLARI 1. Alp Er Tunga Destanı Alp Er Tunga, MÖ 7. yüzyılda yaşamış, ünlü Saka hükümdarıdır. İran’la uzun yıllar savaşan Alp Er Tunga’nın adı Firdevsi’nin Şehname’sinde Afrasiyab Efrasiyab olarak geçmektedir. Alp Er Tunga; İran’la Zal, Zaloğlu Rüstem, Keykavus ve Keyhüsrev’le uzun yıllar savaşmış; Türk-İran savaşlarında ün kazanmış İran hükümdarı Keyhüsrev’e yenilerek öldürülmüştür. Alp Er Tunga’nın hayatı etrafında oluşan Alp Er Tunga Destanı ne yazık ki günümüze kadar ulaşamamıştır. Destandan günümüze ulaşan tek metin “Alp Er Tunga Sagusu’dur. Kaşgarlı Mahmut’un Divanü Lügati’t Türk’ünde yazıya geçirilmiş olan bu sagunun destanın son bölümüne ait olduğu düşünülmektedir. Firdevsi’nin Şehnamesi’nde o günkü Türk kavimleri arasında canlılığını koruyan Alp Er Tunga Destanı’ndan öznel bir bakış açısıyla yararlanılmıştır. Destanı Şu, Saka Türklerinin hükümdarıdır. Destan, MÖ 330 – 327 yıllarına aittir. Bu yıllarda Büyük İskender, İran’dan Asya’ya doğru ilerlemektedir. Destan, Türklerin Makedonyalı Büyük İskender’le mücadelelerini anlatmaktadır. Bu destanla ilgili bugünkü bilgilerimiz Divanü Lügati’t Türk’ e dayanmaktadır. Divanü Lügati’t Türk’te Kaşgarlı Mahmut İskender’den “Zülkarneyn” diye bahsetmektedir. Destana göre Şu, İskender’in gelip geçici bir akın düzenlediğine inanır, bu sebeple de milletini geçici bir işgalden mümkün olduğu kadar can ve mal kaybına uğratmadan kurtarmak için İskender’le savaşmak yerine doğuya çekilmeyi uygun bulur. Çeşitli mücadelelerden bir süre sonra İskender ile Şu barışırlar. İskender geri döner. Hükümdar Şu da Balasagun’a dönerek bugün Şu adıyla anılan şehri yaptırır. C. HUN DESTANLARI 1. Oğuz Kağan Destanı MÖ 2. yüzyılda doğmuş bir destandır. Bu destan, 13. yüzyılda yazıya geçirilmiştir. Oğuz Kağan Destanı, Hun hükümdarı Mete’nin Oğuz Kağan yaşamını, yiğitliklerini, yaptığı savaşları, ülkesini genişletmesini ve oğulları arasında bölüştürmesini konu edinir. Destana göre Oğuz Kağan, doğduktan kırk gün sonra büyüyüp gelişir. Pişmemiş et ister ve kımız içer. Bir yiğit olur. Halka eziyet eden bir canavarı gergedanı, bir sunguru doğan öldürür. Gökten inen ışığın içinde gördüğü göğün kızıyla evlenir; Gün, Ay, Yıldız adlı çocukları olur. Daha sonra bir ağaç kovuğunda yaşayan eşsiz güzellikteki bir kızla daha evlenir; Gök, Dağ, Deniz adlı çocukları olur. Hanlığını ilan edip yeryüzünün dört bir yanına elçiler gönderir. Kendisine itaat etmeyenlerle savaşmak için sefere çıkar. Sefer boyunca bir kurt ona yol gösterir. Ülkeleri Suriye, Tangut… egemenliği altına alır ve evine döner. Vezir Uluğ Türk, rüyasında üç gümüş oku kuzeye doğru kanatlanmış, doğudan batıya uzanmış bir altın yay görür. Rüyasını Oğuz Han’a anlatır. Oğuz Han, artık yaşlandığının farkına vararak oğullarını çağırır. Gün, Ay ve Yıldız’ı gün doğusuna; Gök, Dağ ve Denizi gün batısına gönderir. Gün, Ay ve Yıldız avlanırken yolda som altından tam bir yay bulurlar. Dağ, Deniz ve Gök üç gümüş ok bulurlar. Yayı ve okları babalarına sunarlar. Oğuz Han kurultayı çağırır ve Gök Tanrı’ya borcunu ödediğini bildirerek yurdunu evlatları arasında paylaştırır. 2. Attila Destanı Hun hükümdarı Attila 395 – 453, Avrupa’nın üçte ikisinden fazlasına hâkim olmuş ve devletin sınırlarını Asya’ya taşımış, hükümdarlığı boyunca ordusu ile Batı ve Doğu Roma İmparatorluklarını sık sık istila etmiştir. Attila’nın bu savaşları ve kahramanlıkları Attila Destanı’nın konusunu oluşturur. D. GÖKTÜRK DESTANLARI Destanı Göktürklerin dişi bir kurttan türeyişlerini anlatır. Göktürkler, bir düşman baskınına uğrarlar. Türklerin hepsi kılıçtan geçirilir ve yok olur. Yalnızca bir genç yaralı olarak kurtulur. Düşmanlar onu da bulup kollarını, bacaklarını keserler; fakat genç ölmez. Dişi bir bozkurt gelip genci iyileştirir, onu sütü ile besler. Sonra düşmanlar geri dönüp bu genci öldürmek isterler. Kurt, genci kaçırır, kimsenin bulamayacağı bir mağaraya götürür. O mağarada yaşarlar. Bu dişi kurt ile gencin on erkek çocuğu olur. Bu kardeşlerin en akıllısı olan Aşine, Türklere hükümdar olur. Soyunu unutmadığını göstermek için de çadırının kapısının önüne, üzerinde kurt başı bulunan bir bayrak diker. Destanı Destan, adını Türklerin yüzyıllarca tarım yaparak, avlanarak, maden işleyerek çoğalıp yaşadıkları, etrafı aşılmaz dağlarla çevrili, kutsal bir yer olan Ergenekon’dan almaktadır. Ergenekon Destanı, tarihsel olaylarla örtüşür. Gerek destanda ana tema olarak önemli bir yer tutan demircilik, gerekse Ergenekon adının yakıştırıldığı coğrafi mekân, Hun birliğinin dağılmasından sonra, Göktürklerin Altay Dağları çevresine çekilip demircilik yaparak yaşadıkları yerlerle paralellik göstermektedir. Destana göre, Tatar hanı Sevinç Han, Kırgız hanını ve başka hanları yanına alarak Göktürklere saldırır. Savaşı Göktürkler kazanırlarsa da, ganimete üşüşüp gaflete düşünce süratle geri dönüp saldıran düşmanları tarafından kılıçtan geçirilirler. Yalnızca Göktürk hakanı İlhan’ın o yıl evlendirdiği Kıyan adlı küçük oğlu ve Nüküz Nohuz, Tokuz isimli bir yeğeni , eşleriyle birlikte kurtulmayı başarır. At, davar ve devenin bol olduğu bir yere giderler. Sürüleri önlerine katıp karla kaplı, sarp bir geçide ulaşırlar. Tehlikeyi göze alarak geçide girip ilerleyince karşılarına cennet gibi bir vadi çıkar. Her türlü av hayvanının bulunduğu bu verimli vadiye Ergene- kon adını verirler. “Ergene” sarp, “kon” ise geçit demektir. İki aile, hayvanların etlerini yer, sütlerini içer, derilerini giyerler ve gün geçtikçe çoğalmaya başlarlar. Aradan dört yüz yıl geçer. Artık bu vadiye sığamayacaklarını anlayınca atalarından duydukları geçidi arar, fakat bulamazlar. Bir demirci, vadiyi kuşatan dağlardan birinde bir demir damarı olduğunu, onu eriterek bir yol açabileceklerini söyler. Bunun üzerine tüm ulusa odun – kömür vergisi salarlar. Dağın en geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür yığarlar. Yetmiş deriden körük yapıp yetmiş yere yerleştirirler ve yaktıkları ateşi körüklemeye başlarlar. Demir erir ve yüklü bir devenin geçebileceği genişlikte bir yol açılır. Bu yolu kullanarak dışarı çıkarlar ve Tatarlardan öçlerini alırlar. O sırada Göktürklerin hükümdarı Börteçene’dir. Börteçene, Moğolcada “Bozkurt” anlamına gelir. E. UYGUR DESTANLARI 1. Türeyiş Destanı Birçok Türk destanında ortak motif olarak görülen bozkurt motifi, Türeyiş Destanı’nda da soyu başlatan unsur olarak karşımıza çıkar. Hun hakanının olağanüstü güzellikte iki kızı vardır. Hakan, “Bu kadar güzel kızları insanoğlundan biriyle evlendiremem. Ben onları Tanrı’ya bağışlayacağım.” der ve başkentin kuzeyinde büyük bir saray yaptırıp kızları oraya kapatır. “Tanrım, bu kızları kabul et!” diye Tanrı’ya yalvarır. Bir süre sonra sarayın çevresinde bir kurt görünür. Küçük kızın bir çocuğu olur. Uygurlar bu çocuktan türer. Türeyiş Destanı şu anlatımıyla da karşımıza çıkmaktadır Kara Korum’da bulunan Tola ve Selenge adı verilen iki nehir Kamluca adlı bir yerde birleşir. Bu iki ırmağın arasında iki ağaç vardır. Ağaçlar iki dağın arasında yetişerek büyümüştür. Bir gün bu iki ağacın arasına gökten bir ışık iner. Dağlar yavaş yavaş büyümeye başlar. Hayranlıkla ve saygıyla oraya yaklaşan Uygurlar çok tatlı ve güzel nağmeler duyarlar. Bundan sonra her gece buraya ışık iner ve ışığın etrafında otuz şimşek çakar. Bir gün aynı yerde her birinde birer çocuğun olduğu beş çadır görürler. Halk saygı ile diz çökerek çocukları alır. Besleyip büyütmeleri için çocukları süt annelerine verirler. Böyle kutsal bir biçimde doğan çocuklar büyürler. En yiğit olanları Bökü Tegin Böğü Han hükümdar olur. Onun hükümdarlığında Uygurlar çoğalır ve güçlenirler. 2. Göç Destanı Türeyiş Destanı’nın devamı niteliğindedir. Destanın giriş bölümünde “Türeyiş Destanı” küçük farklılıklarla anlatılır. Asıl olay Böğü Han’dan sonra başa geçen hükümdarlardan biri olan Yü-Lun Tigin’den sonra başlar. Çinlilerle bir çok savaş yapan Yü-Lun Tigin halkını barışa ve rahata kavuşturmak için Çin sarayından bir kız alır. Oğlu Ko-li ile Çinli Prensesi evlendirir. Bu prenses Kara Korum’da bulunan bir yerde oturur. Kara Korum’un güneyinde iyi talih ve mutluluk getiren Kutluk Dağı vardır. Çinliler, prenses karşılığında bu dağı isterler ve Uygurlar’ı talihsiz bırakarak zayıflatmayı planlarlar. Dağı alan Çinliler, dağın etrafında büyük ateşler yakarlar. Dağ ısınınca üzerine kazanlarla sirke döküp küçük küçük parçalara ayırarak Çin’e götürürler. Bu taşların götürülmesinden sonra uğursuzluklar başlar. Kuraklık ve kıtlık meydana gelir. Hayvanlar inlemeye başlar. Yedi gün sonra Yü-Lun Tigin ve ardından onun yerine geçen hükümdarlar bir bir ölür. Halk bahtsız ve mutsuz olur. Her yerden “Göç! Göç!” sözü duyulur. Bunun üzerine Uyguriar, Doğu Türkistan’da bulunan Turfan’a göç ederler ve Beş Balig şehrini kurarlar. İslamiyet’in Kabulünden Sonraki Türk Destanları İslami dönem Türk destanları çoğunlukla İslamiyet’in kabulünü, yayılışını ve bu yolda gösterilen kahramanca çabaları anlatan, yani menâkıbname özelliği gösteren eserlerdir. 1. Satuk Buğra Han Destanı Destanda Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han’ın İslam dinini kabul etmesi ve İslamiyet’i yaymak için verdiği mücadele anlatılır. Destan 9. ve 10. yüzyıllarda oluşmuştur. Karahanlılar ilk Müslüman Türk devletidir. Satuk Buğra Han, Türklerin toplu hâlde İslam’a geçmesini sağlamıştır. Müslüman olduğunu açıklayıp Abdülkerim adını da alan Satuk Buğra Han, amcası ile mücadeleye başlar, Fergana Savaşı’nı yapar, Atbaşı kalesini zapt eder; Kaşgar’ı fetheder, Türk ülkelerinde İslamiyet’i hızla yayar. Türkistan şehirlerini birer birer ele geçirir. Birçok savaş yapar. Hükümdarlığı boyunca İslamiyet’in yayılmasını sağlar. Destana göre Hz. Muhammet’in kanatlı atı Burak’ın sırtında göklere yükseldiği “Miraç Gecesi’nde” gök katlarında, kendinden önceki peygamberleri görür. Bunlar arasında birini tanıyamaz ve Cebrail’e bunun kim olduğunu sorar. Cebrail “Bu peygamber değildir. Bu sizin ölümünüzden üç asır sonra dünyaya inecek olan bir ruhtur. Türkistan’da sizin dininizi yayacak olan bu ruh Abdülkerim Satuk Buğra Han’ adını alacaktır.” der. Hz. Muhammet yeryüzüne döndükten sonra İslamiyet’i Türk ülkesine yayacak olan bu insan için her gün dua eder. Abdülkerim Satuk Buğra Han’a bazı olağanüstü özellikler de yüklenmiştir. Destanda Satuk Buğra Han’ın düşmana uzatıldığında kırk adım uzayan bir kılıcının olduğu ve savaşlarda ağzından ateşler saçarak düşmanları yaktığı anlatılır. 2. Manas Destanı Kırgız Türkleri arasında geniş bir kahramanlık destanı olan Manas Destanı, Müslüman Kırgızlarla Putperest Kalmuklar arasındaki mücadeleleri anlatır. Destan 11 ve 12. yüzyıllarda oluşmaya başlamıştır. Nogay boyundan çıkan Manas, yalnız kendi yerini, kendi boyunun özgürlüğünü, Kalmuk baskıncılarından korumakla kalmaz, parçalanan bütün Kırgız halkını birleştirip onların özgürlüğü ve eşitliği için çalışan bir hükümdar olur. Manas, İslamiyet’i yaymak için mücadele eden bir kahramandır. Böyle olmakla beraber Manas destanında İslamiyet öncesi Türk kültür, inanç ve kabullerinin tamamını görmek mümkündür. Yani Manas Destanı Türklerin İslamiyet’e geçiş dönemi ürünüdür. Müslümanlığın Türk topluluğunda uyandırdığı inanç ve bu inançtan doğan sosyal hayat içerisinde destan; tüm Orta Asya Türkleri tarafından benimsenmiştir. Destan, Kırgızların tüm mitolojisini, masallarını, her türlü geleneğini bir kahraman çevresinde toplamış Kırgız Ansiklopedisi olarak da nitelendirilebilir. Destan üç bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler Manas, oğlu Semetey ve torunu Seytek ile ilgilidir. Manas Destanı’nın uzunluğu son derlemelerle birlikte dizeyi aşmıştır. Bu haliyle dünyanın en uzun destanı kabul edilmektedir. 3. Cengiz Han Destanı Cengiznâme Orta Asya’da yaşayan Türk boyları arasında 13. yüzyılda doğup gelişmiş bir destandır. Cengiznâme; Cengiz Han’ın soyu, doğumu, fetihleri ve etkileri hakkındaki genel halk rivayetlerinden derlenmiş, tarihî bir destandır. Cengiznâme’de, Cengiz, bir Türk kahramanı olarak kabul edilmekte ve hikâye Türk tarihi gibi anlatılmaktadır. Destanda Şaman dininin etkisi görülür. Cengiz Han, Uygurların Türeyiş destanının kahramanları gibi gün ışığı ile kurttan doğar. Soyu “Oğuz Han”a dayanan Cengiz Han ve oğulları Doğu Asya’dan Doğu Avrupa’ya dağınık ve irili ufaklı devletler hâlinde yaşayan bütün halkları hâkimiyeti altına almış; böylece 9. yüzyılın ortalarından itibaren irili ufaklı devletler tarafından idare edilen Asya, tek bir çatı altında toplanmıştır. 4. Timur Destanı Timur Destanı, Cengiz Han’ın soyundan gelmediği hâlde Çağatay hanlığında önemli başarılar kazanan, Maveraünnehir’e tek başına hâkim olarak kendi imparatorluğunu kuran Timur’un 1336- 1405 hayatını ve savaşlarını konu edinir. 5. Edige Destanı Edige Destanı’nda, 13. yüzyılda Hazar denizi kıyısında kurulan Altınordu Hanlığının 15. yüzyılda Timurlar tarafından yıkılışı anlatılmaktadır. Edige Destanının kahramanı Altınordu Hanı Edige Mirza Bahadır’dır. Edige Mirza Bahadır’ın devletini ayakta tutabilmek için verdiği büyük mücadeleler, ölümünden sonra 15. yüzyılda destanlaştırılmıştır. 6. Battal Gazi Destanı Battalnâme Detaylı bilgi için lütfen buraya TIKLAYINIZ. 7. Danişmend Gazi Destanı Danişmendnâme Detaylı bilgi için lütfen buraya TIKLAYINIZ. 8. Saltuk Gazi Destanı Saltuknâme Saltuknâme Saltuk Gazi Destanı, 13. yüzyılda Anadolu ve Rumeli’nin fethi sırasında önemli rol oynadığı rivayet edilen kahraman bir evliya olan Sarı Saltuk’un hayatını anlatır. Destan, 15. yüzyılda Cem Sultan’ın talimatıyla Ebu’l Hayr er Rûmi tarafından yedi senelik bir çalışma sonucunda yazıya geçirilmiştir. Saltuknâme’de Sarı Saltuk, Hz. Muhammed soyundan Battal Gazi’nin torunlarından, kâfirlere karşı cihatla ve Müslümanlığı yaymakla görevli biri olarak anlatılır. Saltuknâme’de Sarı Saltuk, tıpkı Battal Gazi gibi olağanüstü özelliklerle donanmış biridir; Avrupa dillerini, dinlerini bilginler kadar bilir, türlü hilelerle şehirlere girer, kilisede vaaz verir, insanları Müslüman yapar. Destanda Sarı Saltuk bazen savaşçı kimliğiyle, bazen keramet gösteren bir veli kimliğiyle, bazen Kaf Dağı’na giden, cadılarla, devlerle savaşan bir masal kahramanı olarak; bazen Osman Gazi, Orhan Gazi, Nasrettin Hoca, Mevlana gibi kişilerin yanında bir tarihi kişilik olarak karşımıza çıkar. Saltuk Gazi Destanı’nın mekânı çok geniştir. Anadolu’da başlayan destanın alanı daha sonra haksızlık, kanunsuzluk ve kötülüklerin bulunduğu bütün yeryüzüne kadar uzar. Sarı Saltuk her yerde haksızlıkları yok etmek, İslamiyet’i yaymak için mücadele eder. Daha açık bir ifade ile Anadolu’dan başlayıp Avrupa, Asya ve Afrika’nın en uç bölgelerine uzayan bir sahayı içerisine almaktadır. Anadolu’da oluşan destan geleneğinde Battal Gazi ve Danişmend Gazi Destanlarının ardından Saltuk Gazi Destanı son halka olma özelliği de taşımaktadır 9. Köroğlu Destanı İslami dönemde oluşmakla birlikte dinî bir özellik taşımayan, bütün Türk boyları arasında yaygın olarak anlatılan bir destandır. Destanın farklı aşıklarca anlatılan 24 ayrı söylenişi varyant, kol vardır. Destanın kökenlerini Orta Asya’ya kadar götürenler vardır. Bununla birlikte destanın esas biçimi Anadolu’da oluşmuştur. Köroğlu bu destanda, hem kahraman hem de saz çalıp şiir söyleyen bir âşıktır. Âşık Köroğlu ile destan kahramanı Köroğlu’nun aynı kişi olması mümkün değilse de bu iki kişilik halk zihninde birleşmiştir. Doğum ve ölüm tarihleri bilinmeyen Köroğlu’nun asıl adı Ruşen Ali’dir. 16. yüzyılda Bolu civarında yaşadığı tahmin edilmektedir. Destana göre Bolu Beyi, seyislerinden biri olan Yusuf’tan hünerli ve değerli bir at ister. Yusuf, iyi cins bir tay bulur. Gösterişli bir tay değildir; ama iyi bir bakımla harikulade bir at olacaktır. Bolu Beyi tayı beğenmez; çok kızar ve Seyis Yusuf’un gözlerine mil çekilmesini emreder. Bundan sonra Ruşen Ali, körün oğlu olarak Köroğlu anılır. Yusuf ve Ruşen Ali tayı da alarak oradan uzaklaşırlar. Tayı karanlık bir ahırda beslerler. Kır tayı arada bir dışarı çıkararak koştururlar. Tayın ayakları çamura değmediği zaman istenilen duruma geldiği anlaşılır. Bu arada Ruşen Ali büyür ve yiğit biri olur. Bir gün baba oğul, Aras nehrinde, Yusuf’un rüyasında gördüğü bir ermişin Bingöl Dağları’ndan geleceğini haber verdiği üç sihirli su köpüğünü beklerler. Bu köpükleri Yusuf içecek, hem gözleri açılacak hem de Bolu Beyinden öcünü almak için gereken güç ve gençliği elde edecektir. Ruşen Ali köpükler gelince dayanamaz, babasına haber vermeden üçünü de kendisi içer. Ruşen Ali bu köpükler sayesinde sonsuz yaşama gücü, yiğitlik ve şairlik gücü elde eder. Babasının intikamını alma görevi de artık kendisinindir. Bir süre sonra babası ölür. Ruşen Ali, Kırat’ı da alarak dağa çıkar. Artık Köroğlu’dur. Çamlıbel’e bir kale yaptırır. Eşkıyalar onun çevresinde toplanır Zenginlerden alarak yoksullara dağıtır. Bolu Beyi’nin kız kardeşini kaçırır ve onunla evlenir. Bolu Beyi’yle mücadele eder ve onu yenilgiye uğratır. Aradan yıllar geçer “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu.” diyen Köroğlu, etrafındaki eşkıyaları dağıtır ve ortadan kaybolur. Destan türü hakkında ayrıntılı bilgi için lütfen TIKLAYINIZ

destan yazan kahramanlar ile ilgili şiirler